Film Kritiği: Satıcı


Film Kritiği: Satıcı

İran sinemasının fıtratın sineması olduğunu bir kez daha ispatlayan film, klasik sinema anlayışının aksine popüler unsurların hiçbirini kullanmadan ve sinema ile ilgili ezberleri bozarak yönetmenin bakış açısının zenginliğini ve başarısını ortaya koymaktadır.

Tesnim Haber Ajansı - Saniye Yaşar Batı, İslami Analiz okuyucuları için "The Salesman/Satıcı" filmini kritik etti.

Satıcı

Asghar Farhadi’nin 2016 yılında gösterime giren ve izlendiği çevreler tarafından büyük beğeniler toplayan son filmi Satıcı (The Salesman), hem içerik hem de oyunculuk performanslarıyla gerçekten izlenmeyi hak eden başarılı filmler arasına girmeyi hak ediyor. Geçmiş (Le Passe) ve Bir Ayrılık (A Separation) filmleriyle sinema yeteneğini ve dehasını ortaya koyan Oscar ödüllü yönetmen Asghar Farhadi senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği bu filmiyle de filmografisine kaliteli bir film eklemeyi yine başarmış oldu. İlk gösterimini Cannes Film Festivali’nde gerçekleştiren film, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Senaryo ödülüne layık görüldü. İran-Fransa ortak yapımı olarak çekilen filmde dramatik unsurların yanı sıra polisiye, suç, gizem gibi sinemanın pek çok unsurunun başarılı bir şeklide harmanlanıp sakin bir akış ile ekrana yansıdığını görüyoruz. Zengin senaryosu ve kurgusuna son derece başarılı oyunculuklarıyla eşlik eden Shahab Hosseini ve Taraneh Alidoosti’nin performanslarının katkısını da unutmamak lazım.

Filmin konusuna kısaca değinecek olursak; evleri bir inşaat kazası sonrasında yıkılmak üzere olan Rana ve Emad çifti, tiyatroda birlikte çalıştıkları bir arkadaşlarının evine kiracı olarak taşınırlar. Ancak çiftin evle ilgili bilmedikleri bazı gerçekler vardır. Bir gün Rana evde tek başınayken bir saldırıya uğrar ve çiftin hayatı bu olaydan sonra birden değişikliğe uğrar. Rana yaşadığı travma sonrası sessizliği seçerken, eşi Emad kendi yöntemlerini kullanarak intikam alma yolunu seçer. Bu noktadan sonra izleyici, kadın-erkek bakış açısı/sorunsalı etrafında filme etik, ahlaki, sorgulayıcı, bir topluma dair getirdiği geniş-derin açılımlarla farklı pencerelerden bakıp olayı filmin akışı ile birlikte irdelemeye ve sorgulamaya başlayacaktır. Bu sorgulama olanağı sayesinde seyirci birey-toplum ilişkisinin dehlizlerine inerek sinemanın pasifize edici etkisinden sıyrılıp aktif bir izleyiciye dönüşme imkânına kavuşabilecektir.

Arthur Miller’ın ‘Satıcının Ölümü’ adlı eserinden serbest bir uyarlama olarak çekilen filme güçlü bir kurgu ve Farhadi’nin insan ilişkilerine dair derinlikli ve kuşatıcı bakış açısı hâkim. Teatral unsurları da filminde bolca kullanarak tiyatro sanatının hem geniş imkânlarından yararlanmış hem de filme ayrı bir renk ve hava katmıştır. Tabi bu durumun dikkati kolay dağılan seyirci açısından bazı olumsuzlukları da mevcut. Bazı izleyiciler bu sahneleri gereksiz, bazıları da sıkıcı bulabilmekte. Kişisel kanaatim; oyunculukların başarısı bu sahnelerin filme farklı ve başarılı dokunuşlar olarak yansımasını sağlamış ve karakterlerin içsel dünyalarının dışsal tezahürlerini yansıtmada bir araç işlevi görmüştür.

İran sinemasının fıtratın sineması olduğunu bir kez daha ispatlayan film, klasik sinema anlayışının aksine popüler unsurların hiçbirini kullanmadan ve sinema ile ilgili ezberleri bozarak yönetmenin bakış açısının zenginliğini ve başarısını ortaya koymaktadır. Birey-toplum ilişkisinde her daim soru işaretlerinin anlamlılığını ve gerekliliğini vurgulayan Farhadi, diğer filmlerinde olduğu gibi bu filminde de seyircinin hem dikkatini topluyor hem de dimağlarımıza farklı soruların takılmasını sağlıyor. Bir olayın etkilediği insanların çok yönlü olarak ele alınıp ince ince işlenmesi hem seyirciyi bunaltmıyor hem de düşüncede çok boyutluluğun gelişmesine önemli katkı sağlıyor. Filmlerindeki asıl hedefinin seyirciyi farklı fikirlerin etrafında dolandırmak ve sorgulamasını sağlamak istediğini vurgulayan Farhadi’ye göre esas olan şey fikirlerdir. Bu nedenle seyirciden bu fikirleri yakalayabilmesi için seyircinin karakterler üzerinden düşünmesini ve karakterlerin büründüğü farklı ruh hallerini anlamasını bekler. Adalet, ahlak, iyilik, kötülük, ceza, vicdan, dürüstlük, hak gibi kavramların var olan bilgi süzgecinden tekrar süzülerek çıkarılması için yoğun çaba harcar filmlerinde. Bu nedenle cevaplardan çok sorulara önem verir ve filmlerini belirsizlikle nihayetlendirir.

Sinema kariyerinde oldukça önemli bir yere sahip ve kendi sinemasal kodlarını oluşturmuş olan Farhadi, bu filminde bir nevi “Kötülüğe nasıl yaklaşılmalı?” sorunsalını felsefi ve somut gerçeklikler üzerinden irdelemeye çalışıyor. Felsefi derinliği fazla olmasına rağmen filmdeki karakterlerin şablonik tablolarla değil de tüm doğallıklarıyla ele alınması filmin akıcılığını sağlarken, dramatik yapıyı öne çıkarmak yerine basit sorular üzerinden basit yanıtlar aramaya çalışması yönetmenin olayları kişisel hesaplaşma bağlamına oturtarak seyircinin karakterlerin ahlaki yaklaşımını anlamasına da olanak sağlıyor. Böylelikle seyirci açısından arka plan hem doğal bir şekilde zenginleşiyor hem de kurgusal akıcılık yakalanmış oluyor. Kötülüğün toplumsal bazda ele alınışı, etki alanı, yarattığı yüzleşme, içsel hesaplaşma gibi süreçler üzerinden toplumsal normalleşme sürecini yakından analiz etmeye çalışıyor. Yapısal formları parçalamaya çalışmasıyla bilinen Farhadi, bu filminde yine bildiğinden şaşmayarak kavramları sadece somut eylem boyutunda ele almayarak seyirciye geniş bir düşünme ve kavramı alanı bırakmayı da ihmal etmiyor.

Kısa bir not; dünya çapında başarısı kabul edilen ve ödüllendirilen Farhadi, Trump başkanlığındaki ABD’nin yeni politikalarına tepki olarak The New York Times gazetesine verdiği bir demeçle Oscar törenine katılmayacağını açıkladı. 

En Çok Okunan Yaşam/Kültür Haberler
En Önemli Yaşam/Kültür Haberler
En Çok Okunan Haberler